top of page
Ara
öztabak

Benim elim degil, Fatma Anamızın eli

Güncelleme tarihi: 26 Eyl 2021



.

“Babaeski, Sarı Saltuk kabrinde taşa kazılmış bir el resmi vardır.” Sünnî, Alevî ve Bektaşî çevrelerince farklı yönleriyle benimsenmiş önemli bir isim olan Sarı Saltuk’un kabrideki bu motif ne anlama geliyordu. Babaeski için ne önem taşımaktadır. Farklı topluluklarda değişik yorumlara neden olmuş, Değişik zamanlarda değişik anlamlar verilmiş, değişik inançlarda farklı anlamı olmuş olsada, ortak olan mana “bereketin, bolluğun, üreme”nin anlamı ile her inançta yerini korumuştur.


Benim elim değil, Fatma Anamızın eli

Ahmed Bâdî Efendi ‘Riyâz-ı Belde-i Edirne 20. Yüzyıla Kadar Osmanlı Edirne’si’ 3 Cilt beş kitaptan oluşan eserinde Babaeski ile ilgili “Bu tekkedeki Sarı Saltuk kabrinin ayağı ucunda döşeli bir seng-pâreye (taş parçası) Kazılmış bir el resmi vardır.”bilgisini vermektedir. Adı gecen el motifideişik zamanlarda ve yerlerde değişik görüşlere göre anlam değişikliklerine uğramıştır. Buna göre;

Bereket, bolluk sağlama, doğurganlık ve şifa verme, kötü güçlerden koruma gibi işlevleriyle dünya üzerinde din ve inanç sistemlerinde yer alan el motifi, Elle tutulan kılıç, tahta kılıç, asâ, kalkan, üç dişli mızrak gibi aletler, kutsal kitaplarda ve dinlik- büyülük inanış ve uygulamalarda, mit, masal, efsane gibi edebî türlerde sembolik anlam ve işlevleriyle rol oynamaktadır. Dionysos’un tirşesi, yılanlı sopa, kalkan, üç dişli mızrak gibi elde tutulan sembolik aletler, el hareketinin bir parçasını oluşturarak ele bir anlam kazandırır.

El sembolü iş yerlerine ve evlere uğur getirmek amaçlı asılır. El bir iletişim, bir ifade aracıdır aslında. Birini çağırırken elimizle işaret ederiz, biriyle vedalaşırken el sallarız vb. El dua etmek için de kullanılan bir araçtır ve aynı zamanda Tanrı'nın kutsamasını ifade eder. Adam Smith'in "görünmez el"i gibi Tanrı'nın korumasını ve ilahi gücü ifade eder. El sembolünün tek bir anlamı olmadığı gibi çeşitli dinlerde farklı farklı anlamlara bürünür. Otoriteyi ve gücü temsil eden el sembolünün her inanışta farklı olan anlamları var.

Hiristiyanlıkta Yeni Ahit’te (İncil) El Sembolü

Yeni Ahit’te el, Hz. İsa’nın insanlara şifa verdiği, onları iyileştirdiği, ölenleri dirilttiği mucizelerinde kutsal bir araç olarak rol oynar.[1] Hz. Yahya’nın Ürdün Irmağı’nda vaftiz etmesinin anlatıldığı ayetlerde Hz. Yahya’nın kutsallığa sahip elinden bahsedilir. Sağ elin kutsallığından İncil’de de bahsedilir. Hz. İsa’nın topluluklara verdiği öğütlerden biri de şöyledir:

Eğer sağ elin seni suç işlemeye sürüklerse, onu kes ve kendinden at! Çünkü senin için bedenin parçalarından birinin yok olması tüm bedeninin cehenneme atılmasından daha iyidir.[2]” Cüzzamlı[3], Hz. İsa’nın elleriyle kendisine dokunması sayesinde iyileşir. Hz. İsa, ellerini kör bir adamın gözleri üzerine koyarak onun gözlerinin açılmasını sağlar.[4] Hz. İsa, eli tutmayan adama dokunmasıyla eli tutmayan adamın eli iyileşir.[5]

Eski Ahit’de (Tevrat): Yed kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın eli (Yedullah)[6] ifadesi dışında farklı sembolik kullanımlarıyla diğer ayetlerde de yer almaktadır. Yed-i Beyza (Beyaz El) mucizesi, Hz. Musa’nın peygamberliğinin ispatı olarak gösterdiği bir mucize olup hem Tevrat’ta hem Kur’ân-ı Kerîm’de bu mucizeden bahsedilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’e göre Yed-i Beyza mucizesi, Hz. Musa’nın peygamberliğine inanmayan Firavun ve kavmine karşı gösterilen dokuz mucizeden biridir.[7]

Elini koynuna sok; Firavun’a ve onun kavmine gönderilen dokuz mucizeden biri olarak, kusursuz bembeyaz olarak çıksın. Çünkü onlar fasık bir kavimdir.”[8]Elini (koynundan) çıkardı. Bir de ne görsünler o, bakanlar için, bembeyaz olmuş.”[9]Sana büyük mucizelerimizden birini daha göstermemiz için elini koynuna sok ki bir başka mucize olarak, (alaca hastalığı gibi) bir hastalık sebebiyle olmaksızın bembeyaz bir hâlde çıksın.[10]Mûsâ, süreyi tamamlayıp ailesiyle yola çıkınca, Tûr tarafında bir ateş görmüş ve ailesine, “Siz burada kalın, ben bir ateş gördüm, (oraya gidiyorum). Umarım oradan size bir haber ya da ısınmanız için ateşten bir kor getiririm” dedi. Mûsâ, ateşin yanına gelince, o mübarek yerdeki vadinin sağ tarafındaki ağaçtan şöyle seslenildi: “Ey Mûsâ! Şüphesiz ben, evet, ben âlemlerin Rabbi olan Allah’ım.” “Değneğini (yere) at.” (Mûsâ, değneğini attı). Onu bir yılanmış gibi süratle hareket eder görünce, arkasına bakmadan dönüp kaçtı. (Bu sefer şöyle seslenildi:) “Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Çünkü sen güvenlikte olanlardansın.” “Elini koynuna sok. (Alaca hastalığı gibi) bir hastalık sebebiyle olmaksızın bembeyaz bir hâlde çıksın. Korkudan açılan kolunu kendine çek (toparlan). İşte bunlar, Firavun ve ileri gelen adamlarına (göstermen için) Rabbin tarafından (sana verilen) iki delildir. Çünkü onlar fasık bir kavimdirler.”[11]

Yed-i Beyza, Eski Ahit’te kar gibi beyaz olarak tasvir edilmekle birlikte elin cüzzamlı oluşundan da bahsedilir. Kur’ân-ı Kerîm’de ise Hz. Musa’nın eli, sadece kusursuz ve bembeyaz olarak belirtilmiş olup herhangi bir hastalıktan bahsedilmemiştir. Öte yandan yukarıda belirtilen ayetlerde Hz. Musa’nın değneğinin (asa) yılana dönüşmesi mucizesi de elin sembolik anlam ve işlevlerini pekiştiren sembolik bir unsur olarak asa ile ilgilidir. Gerek Eski Ahit (Tevrat) gerek Kur’ân-ı Kerîm’de asanın yılana dönüşmesi mucizesinden bahsedilmektedir.[12]

Şamanlık geleneği, Tasavvuf geleneği, âşıklık geleneği, halk hekimliği gibi usta- çırak ilişkisine dayalı meslek alanlarında görülen “el almak ve el vermek[13] geleneğinde “el almak”, sembolik bir eylem olarak ustadan mesleği icra etme yetkisini almayı; “el vermek”, usta tarafından mesleği icra etme yetkisinin verilmesini ifade eder. Buna göre el almak; çırağın mesleğini icra etmesi için ustasından izin almasını, tasavvufta talibin şeyhine intisap ederek tarikata girmesini, halk hekimliğinde ocaklı olacak kişinin başka bir ocaklıdan hastalıkları iyileştirme ve şifa verme iznini ve yetkisini almasını ifade etmektedir.[14]

Alevi- Bektaşi inanışının temelini oluşturan cem ritüellerinde[15] özellikle mürşid, pir, dede, rehber gibi şahsiyetlerin sağ eli ve özellikle başparmakları işlevsel olarak yer almaktadır.

Bektaşilik’te vücut organı olarak el, Pençe-i al-i abâ’yı simgelemesi dolayısıyla kutsal kabul edilmiştir. El ile vücudun herhangi bir yerinin kaşınılmasından sakınılmış, bunun için tahta kaşağılar kullanılmıştır.[16]

Bektaşî inanışına göre dedenin, pirin parmakları kutsal kabul edilmesine bağlı olarak parmaklarının temas ettiği nesneler de kutsal kabul edilir.

Pir elinden dolu içmek de kutsal şahsiyetlerin ellerinin sembolik işlevine örnek teşkil etmektedir.

“… (Pir Sultan Abdal) Yedi yaşına geldiğinde, babasının koyunlarını otlatmaya başlar. Günlerden bir gün, Yıldızdağı’nın eteklerinde sürüyü otlatırken yorulur; şöyle bir uzanayım da dinleneyim, der; ancak uyuyakalır. Düşünde bir ses duyar. Sesin geldiği yöne baktığında; karşısında, aksakallı bir ihtiyarın durmakta olduğunu görür; bir elinde dolu, diğer elinde elma vardır. İhtiyar önce doluyu uzatır ve Haydar’a; -Al oğlum bunu iç! Der. Haydar doluyu içer içmez, damarlarına bir ateş yürür. İhtiyar bu kez elmayı uzatır. Haydar elmayı alırken, ihtiyarın avucunun içinde balkıyıp duran yeşil beni görür. O an anlar ki karşısında duran Hünkâr Hacı Bektaş Veli’dir. Hemen sarılır, elini öper. Nur yüzlü ihtiyar: -Oğlum senin adın bundan böyle Pir Sultan olsun. Adın dört bir yana yayılsın; sazının üstüne saz, sözünün üstüne söz gelmesin. Ali evladının hakkını almada Tanrı yardımcın olsun. Adını ben verdim, yaşını Tanrı versin, der ve gözden yiter. Akşam olur, gece sabaha açılır; ama Haydar evine dönmez. Ailesi, konu komşu endişelenir. Hep birlikte aramaya çıkarlar. Araya araya sonunda onu, Yıldızdağı’nın eteğindeki çimenlikte kendinden geçmiş uyur durumda bulurlar. Güzel yüzü köpüğe kesmiştir. O an anlarlar ki Pir elinden dolu içmiştir. Uyandırırlar ve eline bir saz verirler. Haydar’ın can gözü açılmıştır; saz çalıp söylemeye başlar.”[17]

Alevi-Bektaşi geleneğine ait ‘Kırklar Cemi’ ritüelinin Miraçlama bölümünde yer alan Kırklar Cemi ile ilgili anlatıda da elin sembolik olarak yer aldığı görülür.

Modern tedavi yöntemlerine başvurulamayan yerlerde tedavi etme ve şifa dağıtma işlevlerini yerine getiren sağaltma ocakları; sarılık, dalak, kabakulak, fıtık, sıtma, ishal, romatizma, göz ve akıl hastalıkları, cilt ve alerji hastalıkları gibi hastalıkların tedavi edilmesine yönelik uygulamaların gerçekleştirildiği mekânlar olmuştur.

Fatma Ana Eli Sembolü:

Bereket, bolluk sağlama, doğurganlık ve şifa verme, kötü güçlerden koruma gibi işlevleriyle dünya üzerinde din ve inanç sistemlerinde yer alan el sembolünün Türk- İslâm kültüründe en yaygın görülen örneği Fatma Ana elidir. Hz. Muhammed’in ilk eşi Hz. Hatice’den olan dört kızının en küçüğü, Hz. Ali’nin eşi ve Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in annesi olan Hz. Fatma[18] kaynaklarda faziletli, ahlaklı, örnek, İslâmî bir kadın şahsiyet olarak gösterilmektedir.[19]

Tarihî bir kişi olarak kaynaklarda yer almasının yanında tasavvuf geleneğinde ve edebiyatta da kendisinden kutsal bir kişilik olarak bahsedilen Hz. Fatma, özellikle Bektaşilik’te önemli bir konuma sahiptir. Tasavvuf geleneğinde Fatma Ana ile ilgili pek çok sembol bulunmaktadır. Fatma Ana’nın belinde taşıdığına inanılan Fatma Ana kemeri/ kılıcının Hz. Ali’yi, Fatma Ana’nın başında taşıdığına inanılan Fatma Ana tacının Hz. Muhammed’i, Fatma Ana’nın kulaklarında taşıdığına inanılan Fatma Ana küpelerinin Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i simgelediğine inanılmaktadır.[20] Ayrıca Fatma Ocağı’nın simgesel anlamda ocağı simgelediğine inanılır. Bektaşi törenlerinde meydan odasında mürşidin oturduğu postun sağ tarafında Hz. Fatma’yı temsil eden ocak bulunur ve niyazlar öncelikle mürşide, sonra On iki imama, Hz. Fatma’ya ve diğer makamlara yapılır. Bektaşi evlenme törenlerinde ise gençler mürşid önüne getirilir. Mürşid onlar için “Bu gençlerin evliliği Fatma Anamızla Hz. Ali’nin evliliği gibi mutlu olsun” diye dua eder.[21] Hz. Fâtma, eşine, evine ve çocuklarına bağlı, onlara hizmet eden, becerikli, sabırlı, güzel ahlaklı örnek bir Müslüman hanım olarak tasvir edilmiştir.[22]

Masal, hikâye, destan, efsane ve şiir gibi türlerde de Fatma Ana, Fatma Ana’nın eli işlenen başlıca motifler arasındadır. Örneğin ideal kadın tipi Dede Korkut dilinden şu şekilde anlatılır: “…Ol, Âyişe Fâtıma soyıdur hanum. Anun bebekleri yetsün. Ocağuna bunçılayın avrat gelsün…” Alevi-Bektaşi edebiyatında çeşitli renk ve kokuların Ehl-i Beyt’ten birini sembolize ettiği inanışına göre siyah renk ve nar kokusu Fadime Ana’ya atfedilir. Hayatın geçiş aşamaları arasında yer alan evliliğe ait düğün öncesi, düğün sırası ve düğün sonrasında yeni evin bolluğu ve bereketi istemiyle gerçekleştirilen inanış ve uygulamalarda Fatma Ana elinin de yer aldığı görülür. Örneğin, Tahtacılara ait geleneksel bir uygulamada gelin yeni evine girmeden önce eşiği[23] öper, “Niyazım niyaz için, niyazım hak için.” der. Eşiğin yanında bulunan oklavayı alır ve “Fadime anamızın parmağı” deyip, kapının sağ yanına diker ve yeni evine adım atar.[24] Fatma Ananın bereketli, uğurlu parmağının yeni eve bereket getirmesi istenir.

Anadolu’da evin bereket ve bolluğunun bir sembolü olan ocak etrafında evin bereketi istemiyle pek çok uygulama gerçekleştirilir. Bu uygulamalardan biri de evin bereketi bolluğu amacıyla kutsal sayılan ocak duvarlarına is ile Fatma Ana eline atfen el izi basılmasıdır.[25]Tarıma bağlı toplumlarda evin ve ailenin bereketinin daha çok tarımsal ürünlerin bereketi ile ilgili olduğu görülür. Tarımsal ürünlerin ve tarımsal ürünlerle oluşturulan yemeklerin bolluğu ve bereketi amacıyla gerçekleştirilen uygulamalarda Fatma Ana’nın ve Fatma Ana’nın elinin de yer aldığı görülür. Örneğin, Anadolu’da aşure yapılırken yemeğin bereketli ve lezzetli olması için “Benim elim değil, Fatma Anamızın eli,” denilir. Kandil günlerinde helva yapılırken “El benim elim değil, Fadime Ana’nın eli” denilirse helvanın bereketlenip çoğalacağına inanılır.[26] Yoğurt yapan kadınlar, mayayı süte katarken, yoğurdun iyi tutması için “Benim elim değil, Fadime Anamızın eli,” derler. Turşu yaparken, çiçek veya sebze fidelerken aynı sözleri tekrarlarlar. Yemek yaparken bereket ve bolluk istemiyle söylenen “Benim elim değil Fatma Anamız’ın eli” kalıp cümlesi aynı zamanda tarlaya buğday saçma gibi tarımsal faaliyetlerde de söylenir.[27] Fatma Ana’nın ellerinin şans ve bereket getirmesi inancına bağlı uygulamalar kadınlar yanı sıra erkekler arasında da gerçekleştirilir. Askerlikte, kur’a çekilirken Fadime Ana eli olsundenilirse daha şanslı olunacağına dair bir inanış bulunmaktadır.[28]


Doğumla İlgili İnanış ve Uygulamalarda Fatma Ana Eli:

İnsan yaşamının geçiş evrelerinden biri olan doğum; doğum öncesi, doğum sırası ve doğum sonrası olmak üzere üç ayrı aşamadan oluşmakla birlikte içerisinde pek çok dinlik- büyülük inanış ve uygulama barındırmaktadır. Bu inanış ve uygulamalar arasında Fatma Ana ve Fatma Ana eli sembolik olarak yer almaktadır. Bereket ve şifa ile ilgili uygulamalarda görüldüğü gibi doğum öncesinde gerçekleştirilen uygulamalarda da sık sık “El benim değil, Fadime Ana’nın eli” kalıp cümlesinin kullanıldığı görülür. Bu şekilde doğumun kolaylaşacağına inanılmaktadır. Örneğin, Sivas’ta zor bir doğum sırasında ebe, doğum yapacak kadının sırtını sıvazlayarak “El benim değil, Fadime Ana’nın eli” der ve bu şekilde doğumun Fatma Ana’nın kutsal eliyle gerçekleşeceğine inanılır.[29] Tarihin en eski devirlerinden beri, bedensel ve ruhsal hastalıkların tedavisinde tabiata ve tabiatta yer alan bitkilere başvurulduğu görülür. İnsanlar, kendisine olağaüstü bir güç atfettikleri bu bitkileri hastalık sağaltım işlemleri yanı sıra kötülüklerden ve nazardan korunmak amacıyla da kullanmışlardır.[30]

Fatma Ana Eli otu da doğum sırasında doğum zorluklarını bertaraf etmek için kullanılan büyüsel amaçlı bir bitkidir. Fatma Ana Eli otu, zor doğumlarda doğumu kolaylaştırmak amacıyla kullanılan bir bitkidir. Cruciferae familyasından ve bilimsel adı Anastatica Hierochuntica L. olan bu bitki Sina ve Filistin’de kuru ve kumlu yerlerde yetişmektedir. Bitkinin boyu 10-20 cm büyüklüğündedir. Bitkinin beyaz çiçekli kısımları kurutulup kullanılır.[31] Fatma Ana Eli otuna verilen diğer isimler Havva Ana Eli, Meryem Ana Eli, Pence-i Meryem, Meryemeli, Buhur-u Meryem, Meryem Çiçeği, Mercan Ana Eli, Hatice Ana Eli’dir. Doğum sırasında içine konulduğu suda 20-25 dakika bekletilir. Bu süre sonunda açılan bitkinin görüntüsü insan eline benzemektedir, açılan yan dalları ise parmaklara benzer. Doğum sırasında ebe doğum yapacak kadına “Fadime Ana’nın eli açıldı, senin de hacet kapıların açılsın” diyerek, bitkinin açıldığı sudan içirir. Bitkinin kurumuş dallarının dışa doğru açılmasıyla doğum yapacak kadının da rahminin açılacağına, böylece doğum acılarının azalıp bebeğini rahat bir şekilde doğuracağına inanılır.[32] Meryem Ana eli otu ile ilgili bir anlatıya göre Meryem Ana, dağda doğum yapmak zorunda kalmış ve yaşadığı zorluktan sağdan soldan bu otu çekmiş ve bu nedenle bu ota Meryem Ana eli otu denilmiştir.[33] İnanışa göre, Fatma Ana bütün kadın mesleklerinin ve sanatlarının piri sayılır. Kutsal bir şahsiyet olan Hz. Fatma’nın ellerinde iyileştirici bir güç olduğuna inanılmaktadır. Bu inanış doğrultusunda, Türk kültüründe görülen yaygın bir uygulama olarak hastalık, ağrı hâllerinde ağrıyan yer “El benim elim değil, Fatma Ana’nın/ Anamızın eli” diyerek sıvazlanır.[34] Ocaklı kadınlar tedavi esnasında “Benim elim değil, Fatma Anamızın eli” diyerek hastayı sıvazlarlar. Kadın ocaklılar arasında görülen el alma merasiminde ocaklı kadının el alacak kişinin iki elini avuçları içerisine alarak üç kez “Bu el, benim elim değil; Fadime Anamızın eli” demesi de Fatma Ana’nın şifa veren elinin merkezde olduğu diğer bir el verme yöntemidir. Fatma Ana ile eski Türk inanışında çocukların ve yeni doğum yapmış kadınların koruyucusu olduğuna inanılan Umay Ana[35] arasında işlevsel yönden pek çok benzerlik bulunmaktadır. Bereket ve bolluğa kavuşma, doğumun kolay geçmesi, şifa bulma ile ilgili inanış ve uygulamalarda Umay Ana ve Fatma Ana’nın neredeyse aynı role ve işlevlere sahip olduğu görülür. Örneğin, Anadolu’da Ocaklıların tedavi sırasında söylediği “Benim elim değil, Fatma Anamızın eli” ne benzer şekilde Kırgızlar, çocukların tedavisi sırasında “Benim elim değil, Umay Ene’nin eli” demektedir. Ayrıca İslamiyet’in kabulünden sonra gerçekleştirilen tedavilerde Umay Ene yerine Fatma Ana’nın ismini kullanmışlardır.[36] Anlatıya göre esasen ocaklı olmak Hz. Muhammet’ten beri devam etmektedir. Bir gün yaktığı ocağın başında Hz. Muhammed’e bir ses gelmiş: “Bu kül ile suyla, derdi olanları gez, gör, şifa dağıt.” Bu ses üzerine Hz. Muhammed, ocaktan aldığı külü hasta bir kişiye sürmüş ve o kişinin iyileşmesini sağlamış. Hz. Muhammed’in kızı Hz. Fatma’ya artık yorgun olduğunu söyleyip şifa dağıtmaya kendisinin devam etmesini söylemesi üzerine Hz. Fatma böylece babasından el almış. Zamanla Hz. Fatma da yorulunca Hz. Muhammed ona “Komşunun oğlu Lokman’ı yanına al, oda seninle gezsin, dolaşsın, sana yardımcı olsun” demesi üzerine böylece Lokman’a da izin verilmiş. O günden bugüne ocaklık devam edegelmiş.[37]

Ocaklı kadın tarafından gerçekleştirilen hastaları sağaltma uygulamalarından birinde nazara uğradığına inanılan bir çocuğun başı üzerinde kurşun dökülür. Bu uygulamaya göre çocuğun üstüne peştamal örtülerek başına içinde ekmek parçası, Kur’ân, ters çevrilmiş bir ayna, içi su dolu bir kabın bulunduğu bir kalbur tutulur. Bu sırada tavada eriyen kurşun Benim elim değil, Fatma Anamızın elisözleriyle birlikte ve Besmele çekilerek içinde su bulunan tasa dökülür. Bu işlem üç defa tekrar edildikten sonra kurşunun almış olduğu şekle bakılarak çocuğun hastalık durumu hakkında tahminde bulunulur.[38]

Ortadoğu’da popüler bir sembol olan aşağıya dönük Fatma’nın Eli sembolünün kökeni konusunda şöyle bir anlatı mevcuttur:

Hz. Muhammed’in kızı Fatma bir gün yemek hazırlarken kocası Hz. Ali beklenmedik bir anda eve gelir. Fatma kocasının yanında genç ve güzel bir odalık görür. Kocasının bu hâline üzülürse de sesini çıkarmaz. Şaşkınlığından ne yaptığının farkında değildir. O sırada bir tencere içinde sıcak helva pişirmektedir ve kocasını yeni sevgilisiyle görünce elini helvaya daldırır, karıştırmaya başlar. Üzüntüsünden hiçbir acı hissetmemiştir, ama kocası durumu görünce dehşete kapılır ve karısını bağırarak uyarır. Kadın ancak o zaman elinin yanmakta olduğunu fark eder, sıcak tencerenin içinden çıkartır.”[39]

Bu anlatı, Hz.Fatma’nın elinin ne şekilde kutsal bir boyut kazandığı; sabır, güç ve dayanıklılık ile nasıl uğur, bereket, şifa, merhamet sembolü hâline geldiği konusunda bilgi vermektedir. İnanışa göre metanetini, sabrını koruyan ve olumsuzluğa karşı bu şekilde dayanıklı duran Fatma Ana’nın elleri de Fatma Ana’nın eli sembolünü taşıyan kişiye güç, koruma, merhamet, bereket, şifa ve hayır verecektir.[40]

Benim elim değil, Fatma Anamızın eli tabiri şifa, kolay doğum, bereket gibi farklı amaçlara yönelik uygulamalarda kalıp bir cümle olarak kullanılmaktadır. Elde bulunan çizgiler, ele ait parmakların uzunluk-kısalık durumu, tırnakların şekli gibi elle ilgili unsurlar, kişinin geleceğine yönelik tahminlerde bulunmada ve karakter özelliklerini tespit etmede başvurulan geleneksel el falı uygulamasının temelini oluşturmaktadır. Boratav’ın belirttiği üzere vücudun çeşitli parçaları, yönleri, iç ve dış uzuvlarının nitelikleri ile onların beden ve ruh güçleri, yetenekleri arasındaki ilişki eski hekimlik, anatomi, fizyoloji, psikoloji gibi bilim dallarından serpintiler olup zaman içerisinde bu bilgiler kalıplaşarak inanç biçimini almıştır.[41] Bu görüşe göre, el falı ile ilgili inanışların arka planında köklü bir bilgi birikiminin bulunduğu söylenebilir.[42]

Vakayi Hayriye adıyla anılan olaydan sonra kapatılıp yıkılması emredilen tekkenin tekrar ahşaptan yapıldığını anlatır. Bu motif sonradan işlenmiş olabilir mi? Bilmiyoruz. Ahmed Bâdî Efendi ‘Riyâz-ı Belde-i Edirne eserinde veya başka bir kaynakta eski, hali ile ilgili bir gravür, minyatür resim veya fotoğraf henüz karşımıza çıkmadı. Başka seyyahlarda veya yazarlarlarda da bahsine şimdilik rastlayamadık. Motifin detayına veya çizimini de bulamadık. Adı geçen el motifi tekkenin eski halinde olup olmadığınıda bilmiyoruz.



[1]Hatice Aycan AYDOĞAN;“Türk Halk İnanış Ve Uygulamalarında El Sembolü”; T.C. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türkiyat Araştırmaları Anabilim Dalı Doktora Tezi; İstanbul-2019 s.83 [2] Matta 5:30. [3]AYDOĞAN, a.g.e; 2019,s.84 [4]AYDOĞAN, a.g.e; 2019,s.85 [5]AYDOĞAN, a.g.e; 2019,s.86 [6]Yedü’llâh (Allah’ın eli) Allah’ın güç, kuvveti, lütuf ve yardımı için kullanılan mecazi bir kelime olup Türk şiirinde yer almaktadır: “Âyet-i yedü’llâh” haktır şüphesiz/ Ustadım eteğin tuttum erenler” Helâkî; “Dest-i kâmilden inâbet al “yedü’llâh”a yapış/ Tevbe ve telkin eyle sa’yin dahi meşkûrdür” Zekâyî; “Yedü’llâh” âyetin bilemez ise / Hak nasip etmemiş zâhit neylesin/ Allah’ın emini dinlemez ise/ Can kulağı yoktur nasıl dinlesin” Edib Harâbî. Mehmet Yılmaz, Edebiyatımızda İslami Kaynaklı Sözler (Ansiklopedik Sözlük) İstanbul, Enderun Kitabevi, 1992, [7]AYDOĞAN, a.g.e; 2019,s.93 [8] Neml 27: 12. [9] A’râf 7: 108 [10] Tâhâ 20: 22. [11] El-Kasas 28: 29-32. [12]AYDOĞAN, a.g.e; 2019,s.94 [13]Nuray Bilgili paylaşımından alıntı: Dinler Tarihi uzmanı, sevgili Mircea Eliade'ya göre, Ata Şamanlar kendilerinden sonra gelecek Aday Şamana, ağaçtan yaptıkları bir EL FİGÜRÜNÜ" verirler. Bu şekilde Şamanlık ile ilgili "Şifa Güçlerini", aday şamana aktarmış olurlar. Şamanlar "OTACI" yani Ot'ları kullanarak Şifa dağıttıkları gibi, Elleri ile de hasta tedavi edebilirlerdi. Türkçede "EL VERMEK" ya da "EL ALMAK" deyimi buradan gelir. El sembolü Otacı şamanların Şifa ve tedavi yöntemleri için kullandıkları bir İkonografik semboldür. [14]AYDOĞAN, a.g.e; 2019,s.116 [15]Alevi- Bektaşi inanç sisteminde cem ritüelleri farklı adlar altında ve farklı işlevlere sahip olarak icra edilmektedir. Görgü Cemi, İkrar Cemi, Musahiplik Cemi, Dâr Kurbanı Cemi bu ritüllerden bazılarıdır. Cem ritüelleri, en az on iki hizmetin yerine getirilmesiyle gerçekleştirilir. Post Duası, Hizmet Sahiplerinin Çağrılması, Çerağın Uyandırılması, Miraçlama, Semah Üçleme, Saka Suyu, Lokma bu hizmetler arasında yer alır. Bakınız: Korkmaz, Anadolu Aleviliği, s. 205 (Korkmaz, Esat: Anadolu Aleviliği, 2. bs., İstanbul, Berfin Yayınları, 2008.) [16] Nilgün Çıblak Çoşkun, “Tahtacılarda Meydandan Geçme Cemi ve Bu Cemdeki İslamiyet Öncesi İnanç Motifleri” Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları Dergisi, S. 2, Kış, 2010, s.101-118. [17] Esat Korkmaz, Şamanizm: Esrik Yolculuk, İstanbul, Berfin Yayınları, 2016, s. 82. [18]Künyesi “Ümmü’l-Haseneyn Fâtıma bint Muhammed ez- Zehrâ” olarak belirtilen Hz. Fatma’nın ölüm tarihinin M.S. 632 olduğu düşünülmektedir. Hz. Fatma’nın künyesinde bulunan Zehra ismi, “beyaz, parlak ve aydınlık yüzlü kadın” anlamına gelmekle birlikte diğer ismi olan Betül, “iffetli ve namuslu kadın” anlamıyla kullanılmaktadır. Hz. Fatma’nın örnek kişiliğini yansıtan bu isimlerin yanı sıra babası Hz. Muhammed tarafından Ümmü Ebiha (Babasının Annesi) olarak çağrıldığı da kaynaklarda geçmektedir. M. Yaşar Kandemir, “Fâtıma”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 12, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1995, s. 219; Bu isimlerin yanı sıra Hz. Fatma’nın “Hurre (özgür kadın), Azrâ (kız oğlan kız), Mübareke (kutsal kadın), Tahire (Temiz kadın), Seyyide, Zekiye, Râziye, Sıdıka-i Kübrâ, Meryem-i Kübrâ, Seyyidet-ün Nisa, Ümm-ül Hasan, Ümm-ül Hüseyin” gibi isimlerle çağrıldığı bilinmektedir. Müjgân Üçer, “Anadolu Folklorunda ‘Fadime Ana’”, Türk Folkloru Araştırmaları Yıllığı, 1975, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1976, s. 147. [19]AYDOĞAN, a.g.e; 2019,s.191 [20] Korkmaz, Simgeler Sözlüğü, s. 378 (Korkmaz, Esat: Simgeler Sözlüğü, İstanbul, Anahtar Kitaplar, 2010.) [21]AYDOĞAN, a.g.e; 2019,s.192 [22]Uzun, a.g.m., s. 223. (Uzun, Mustafa: “Fâtıma” (Edebiyat), TDV İslam Ansiklopedisi, C.12, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1995, s. 223-224.) [23]AYDOĞAN, a.g.e; 2019,s.193 [24] Filiz Kaya, “Türk Kültüründe Eşik”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Halk Edebiyatı Anabilim Dalı, Türk Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı, Ankara, 2010, s. 46 [25] Hikmet Tanyu, “Fatma Anamız (Fadime Anamız) ve El ile ilgili İnançlar Üzerine Kısa Bir Araştırma”, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri IV, Gelenek, Görenek ve İnançlar, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı Millî Folklor Araştırma Dairesi Yayınları, 1982, s. 488 [26] Üçer, “Anadolu Folklorunda ‘Fadime Ana’ (II)”, s. 115. (Üçer, Müjgân: “Anadolu Folklorunda ‘Fadime Ana’ (II)”, Türk Folkloru Araştırmaları, S. 1, 1981, s. 113-120). [27] Çiftçilerin piri Hz. Âdem kabul edildiğinden tarlaya tohum atarken “Benim elim değil, Âdem Babamız’ın eli” derler. Başka bir uygulamada da besmele çekilip “Benim elim değil, Âdem Atamız’ın eli. Ya Resulallah ambarına atıyorum. Atması ekmesi benden, bereketi senden” denildiği görülür. Olgunsoy, a.g.m., s. 73-74. Anadolu’daki bir halk inancına göre demircilerin piri Hz. Davut’tur. İşe başlarken “Allah’ım bu el benim elim değil, Davut Peygamber’in elidir, bana yardım ihsan eyle” derler. Aynı şekilde dikiş işçileri de pirleri olduğuna inandıkları İdris Nebi için dua eder, iğneyi dikişe batırmadan önce besmele çeker ve “Allah’ın rızası ile bu el benim elim değil İdris Nebi’nin elidir” derler. Yaşar Kalafat, “Türkmen Dünyası Beslenme Kültüründe Bereket Motifi”, Türk Mutfak Kültürü Üzerine Araştırmalar, Haz. Kâmil Toygar, Ankara, Türk Halk Kültürünü Araştırma ve Tanıtma Vakfı Yayınları, 1999, s. 174 [28] Üçer, “Anadolu Folklorunda ‘Fadime Ana’ (II),” s. 115. (Üçer, Müjgân: “Anadolu Folklorunda ‘Fadime Ana’ (II)”, Türk Folkloru Araştırmaları, S. 1, 1981, s. 113-120.) [29] Üçer, “Anadolu Folklorunda ‘Fadime Ana’”, s. 149 Üçer, Müjgân: “Anadolu Folklorunda ‘Fadime Ana’”, Türk Folkloru Araştırmaları Yıllığı, 1975, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1976, s. 147-156.) [30]Abdulkadir Emeksiz, “Türk Halk Kültüründe Üzerlik”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C.XXVIII, 1998, s. 229. [31]AYDOĞAN, a.g.e; 2019,s.196 [32] Üçer,“Anadolu Folklorunda ‘Fadime Ana”s. 149-151;( Üçer, Müjgân: “Anadolu Folklorunda ‘Fadime Ana’”, Türk Folkloru Araştırmaları Yıllığı, 1975, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1976, s. 147-156.) Deniz Gezgin, Bitki Mitosları, İstanbul, Sel Yayıncılık, 2007, s. 65;( Gezgin, Deniz: Bitki Mitosları, İstanbul, Sel Yayıncılık, 2007.) Boratav, a.g.e., s. 121(Boratav, Pertev Naili: 100 Soruda Türk Folkloru (İnanışlar. Töre ve Törenler. Oyunlar), 2.bs., İstanbul, Gerçek Yayınevi, 1984.); Osmanlıca- Türkçe Ansiklopedik Lûgat,, s. 857. [33] Bayat, Türk Kültüründe Kadın Şaman, s. 167. (Bayat, Fuzuli: Türk Kültüründe Kadın Şaman, 3. bs. İstanbul, Ötüken Neşriyat, 2015.) [34] Tanyu, a.g.e., s. 482. (Tanyu, Hikmet: “Fatma Anamız (Fadime Anamız) ve El ile ilgili İnançlar Üzerine Kısa Bir Araştırma”, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, IV, Gelenek, Görenek ve İnançlar, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi Yayınları, 1982, s. 479-495) [35] Ocaklı kadınların Fatma Ana ile olan ilişkisinin bir benzeri, kadın şamanlarla eski Türk inanışında doğumun koruyucusu olduğuna inanılan Umay Ana arasındaki ilişkide de görülmektedir. Öte yandan Özellikle Özbek, Karakalpak, Kazak ve Kırgız kadın şamanlarının Hz. Fatma’yı kendilerine koruyucu seçmeleri sağaltma işlerinden sorumlu ocaklı kadınlarla şifa verme gücüne sahip kadın şamanlar arasındaki güçlü bağlantıyı gözler önüne seren bir durumdur. Ayrıntılı bilgi için bk. Bayat, Türk Kültüründe Kadın Şaman, b.a. Altay inanışına göre çocukları ve hayvan yavrularını koruyan dişi ruh olan Umay’ın adı Türk edebiyatında ilk defa Göktürk yazıtlarında geçer. Kül Tigin âbidesinin doğu yüzünde Bilge Kağan “Umay gibi annem hatunun devletine küçük kardeşim Kül Tigin er adını aldı” der. Mahmut Kâşgarî de Divanü Lûgati’t-Türk adlı eserinde Umay’a yer vermiştir. “Umay: Son, kadın doğurduktan sonra karnından çıkan hokka gibi nesne. Buna ‘çocuğun ana karnında eşi’ denir” şeklinde tanımını yaptıktan sonra ‘Umayka tapınsa ogul bolur: Birisi buna hizmet ederse çocuk doğar.’ Kadınlar sonu uğur sayarlar.” Besim Atalay, Divanü Lûgat-it-Türk Tercümesi I, Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları, 1985, s. 123; Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, 35. bs., İstanbul, Boğaziçi Yayınları, 2005, s. 21; Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm: Materyaller ve Araştırmalar, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2000, s. 36. [36] Bayat, Fuzuli Türk Mitolojik Sistemi 2: Kutsal Dişi- Mitolojik Ana, Umay Paradigmasında İlkel Mitolojik Kategoriler- İyeler, Demonoloji, s. 65-66. [37] Satı Kumartaşlıoğlu, “Türk Kültüründe Ateş ve Ocak Kültü”, s. 223 [38] Orhan Acıpayamlı, “Anadolu’da Nazarla İlgili Bazı Adet ve İnanmalar”, AnkaraÜniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, C. XX, S. 1-2, Ocak- Haziran, 1962, s. 6. [39] Morris, a.g.e., s. 191. (Morris, Desmond: Koruyucu Tılsımlar: Uğurlar, Muskalar, Nazarlıklar, Çev. M. Harmancı, İstanbul, İnkılap Yayınları, 1999.) [40]AYDOĞAN, a.g.e; 2019,s.201 [41] Boratav, a.g.e., s. 25. (Boratav, Pertev Naili: 100 Soruda Türk Folkloru (İnanışlar. Töre ve Törenler. Oyunlar), 2.bs., İstanbul, Gerçek Yayınevi, 1984.) [42]AYDOĞAN, a.g.e; 2019,s.203

15 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page